1 Nisan 2010 Perşembe

Ne Kadar Övünsen Az Samiyen Deplasman Sayılmaz



ALINTIDIR


Ali Sami Yen Stadyumu.. Bizim için pek deplasman değil ama napalım.. Çok düşündük yazalım mı yazmayalım mı diye ama en sonunda o günü orada olmayan FENERBAHÇELİLER'in de neler olup, neler bittiğini öğrenme hakkı vardır diye düşündük.. 1.162 şanslı kişi (fazlası var) 30 milyon taraftarı temsilen oraya gidecekti. Tribünde olan bir kişi Ali Sami Yen stadyumunun kapasitesi kadar FENERBAHÇELİ'yi temsil edecekti o gün..

Hafta içerisinde aramızdan ayrılan rahmetli Özhan Canaydın derbi öncesi adeta ortamı yumuşatmıştı. Centilmen başkan diye boşuna demiyoruz.. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun inşallah.

Vefat haberinin üzerine gelen 90 TL'lik bilet fiyatları, biletlerin hızla bitmesi ve karaborsaya düşmesi heyecanı tedirgin bir bekleyişe bıraktı derbi öncesi..

İl güvenlik kurulunda alınan ve resmi sitemizden duyurulan "Fenerbahçe taraftarı atkı takmasın" çağrısı tepkiler alsada formalite icabı yapılmış bu açıklamaya aldırış etmeden Pazar sabahı başımızın ucunda duran atkı, forma ve bilimum sarı lacivert ürünlerimizle kimimiz Anadolu'dan, kimimiz Avrupa'dan hareket ettik yıllardır Ali Sami Yen öncesi toplanma yerimiz olan Fulya semtine. Beşiktaş Köyiçi'nin bittiği yerde Fulya başlar ama hain planlar yapanlar bir türlü gelemezler oralara nedense.. Belki seneye Seyrantepe'ye gelirler..

Zaman ilerledikçe kalabalık artmaya başladı. Kalabalık artmasın diye emniyet gruplar halinde o derecesi bozuk yokuşu çıkartmaya başladı bizi. Kurnaz olan taksilerle, özel araçlarıyla o hengameyi atlatsada buluşulacak yer yine aynıydı sonunda..

Evvela biletimizi zuladan usul usul çıkartıp yetkili birimlere gösterdik. İlk arama noktasından geçtikten sonra karşımıza çıkan, bir nevi Fulya Yokuşu'nun minyatürü olan o ilginç merdivenleri tırmandıktan sonra "oh be" desekte kafamızı kaldırdığımızda turnikelerdeki kaosu görünce içimizden kalayı basıp, daha sonra "ne güzel stadımız var, çok şükür" diyip içeriye girme mücadelesine başladık..

Aşırı izdiham, çalışan 2 turnike ve herkesin bir an önce içeri girme telaşı sonucu içinden çıkılmaz bir durum vardı. Bizim köyde misafire çay verilirken, Mecidiyeköy'de misafire karşı yapılan bu muamele sözde avrupa fatihine yakışmıyordu..

En sonunda kendimizi içeri attık ve tribüne çıktık. Üstü kapalı bir tribün bizim için son derece büyük bir avantajdı. Rakibin %5'i kadardık ama NİCELİK değil NİTELİK esastı bizim için..

Maç öncesi kendine hakim olamayıpta sürekli tezahürat yapma çabası içerisinde olanlara "ya maçta susarlarsa" diyerek kafamızı takıyorduk ama başlayan tezahüratlarda da kendimizi tutamıyorduk..

Nihayet bizim takım sahaya çıktı ve Fenerbahçe buraya sesleriyle birlikte rakip tribünden yükselen ıslıklar eşliğinde futbolcularımız tribünlerimizi selamladı..

Ara ara tezahüratlarla birlikte maç saatinin nasıl geldiğini anlamadık. Rahmetli Özhan Canaydın'a ithafen yapılan pankartlarla sahaya çıkan takımımız Gs tribünlerinin alkışını aldı.

Yan tarafımızdaki tribünde Özhan Canaydın için açılan pankart görsel açıdan gayet başarılı olmuştu. Kadıköy'de 6 gol yedikleri takımı alkışlayan centilmen başkanı saygıyla anmak yakışırdı her Fenerbahçeli'ye. Bizde yapılan saygı duruşu esnasında bunu yerine getirdik..

Santra öncesi rakip tribünden yükselen "ooooooo" seslerinin arasına "Her zaman her yerde en büyük FENER" diyerek karşılık verdik ve rakibin gazı yavaş yavaş kaçtıktan sonra "Tribünlerde, hep dillerde, bu sevda bitmez gönüllerde" diyerek inlettik Mecidiyeköy semalarını..

Gözler sahada olsada susmak yoktu. Herkes sorumluluğunun bilincindeydi o akşam. FENERBAHÇE Oley! derken çıkan ses görülmeye değerdi. Fenerbahçe sen çok yaşa yeni versiyonuyla söylenirken 10 sene önce Johnson'un 82'de attığı maçta söylenen "Fenerbahçe sen çok yaşa" da ki coşku geldi akıllara..

1 gol lazımdı bu tribüne ama ilk yarı boyunca gelmedi o gol. İlk yarının sonunda ki FENERBAHÇE Oley kolay kolay unutulmayacak cinstendi..

Devre arasında sigara, su, çay ve Güiza'nın ofsayt olmayan pozisyonu revaçtaydı. İçerideki büfede soğuk bir şey yoktu. Kola sorduk, aldığımız cevap "Kola var ama sezon başından beri satılmadı. Bozuk olduğu için yok diyoruz" oldu.

Nihayet takımlar sahaya çıktı. Yeniden maça odaklandık ama bu sefer daha stresli gibiydik. Beraberliğin bizim için şampiyonluk yolunda pek bir anlamı olmayacaktı. Nitekim uzaklardan Selçuk Şahin imzalı şut Leo Franco'nun aklını alınca o an ki sevinç bizim için paha biçilmezdi. Herkes birbirine sarılıyor, mutlu gözlerle gol diye haykırıyordu..

Şimdi şov zamanıydı..

Sağa-sola, yukarı-aşağı derken Pınarbaşı'yla inleyen Mecidiyeköy, "Şampiyon Fenerbahçem" sesleriyle hayatının en kötü günlerinden birini yaşıyordu kendi payına..

"Genç Fenerliler, Genç Fenerliler" derken kendinden geçmiş bir tribün "Burası Kadıköy, Buradan Çıkış Yok!" diyerek etrafını çevrelemiş sözde rakiplerinin çaresizce çıkardığı yuh seslerine ince bir tebessümle bakıyordu..

Durmak yoktu tabii ki son düdük çalana kadar tempoyu düşürmedik. Fenerbahçemizin sahada yaptığı paslara "oley" diyerek ara ara dinlensekte, Volkan'ın top kontrolüyle artık bu işin zevkinin kaçtığının farkına vardık..

"Şampiyon Kanarya" sesleri delirtsede bazılarını cep telefonlarımıza gelen duygu dolu mesajlar görevimizi iyi yaptığımıza dair işaretti bizim için..

Çalan düdükle birlikte gözümüze çarpan bir şey vardı bu sezon sık yaşanmayan ya da gözümüzden kaçan..

Takım adeta kenetlenerek, tribüne koştu maçtan sonra. Bu tablo bize göre şampiyonluğun habercisiydi..

Maçtan sonra hazımsız rakibin galibiyeti kutlatmama çabaları vardı. Önce gece kulüplerinde çalan bir müzikle tezahüratları kesmeye çalıştılar sonra ışıkları kapattılar ve farkında olmadan eğlencemize renk kattılar..

Çalan müzikle birlikte tribünlerimizden yükselen "yeah", "ohh" sesleri inletirken Sami Yen'i, hiç böyle geçmemiştik kendimizden..

O akşama dair Yahya Kemal Beyatlı'nın "Akıncı" şiirinin başında yer alan "Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi sendik; Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!" sözü ortaya çıkan tabloya cuk diye otursada karşımızda niceliği olan ama nitelikten yoksun bir güruh vardı diyebiliriz..

Yaklaşık 1 saatten fazla süren bekleyişte yorgunluk hakimdi ama yinede pek susmadık.

Nihayet kapılar açıldı ve dönüş yolculuğu başladı. O ilginç merdivenin son basamağından iner inmez çamur deryası karşıladı bizi. Böyle bir stadın yıkılması için geç bile kalınmış maalesef..

Yağmurla birlikte Fulya'ya doğru indik. Dönüş yolculuğunda akıllara 1998'de ki 2-2'lik maç geldi. O zamanda bir hafta sonra Kayseri'yle oynamıştık. O günlerle bugün arasında fark var tabii ki.. Bu takımın şampiyon olacak gücü ve avantajı var. Kalan 6 maçın sadece 2'si deplasman.. Yeter ki inansınlar..

0 yorum:

Blogger Templates by OurBlogTemplates.com 2007